








Deneme: Yazarın herhangi bir konudaki görüşlerini, kesin kurallara varmadan, kanıtlamaya kalkmadan, okuyucuyu inanmaya zorlamadan anlattığı bir yazı türüdür...
İşte birkaç denem örneği:
Peyami Safa - Sürü Adamı
Bir adam vardır ki, hiçbir düşüncesinde, hiçbir hareketinde "kendi kendisi" olamaz. Ne düşünse, ne yapsa, ne söylese kendini değil, mensup olduğu sosyeteyi, ırkı, muhiti ve dışarıdan aldığı telkinleri dile getirir. Kendiliğinden hiçbir şey bulmamıştır. Başka birinin sisteminden aldığı fikirleri ve akideleri o sistemin sahibinden daha softaca müdafaa eder. İradesi de böyle dışarıdan gelme, yanaşma, iğreti bir hareket mihrakıdır. Bilmez ki, asıl kendi kendisi, kendi içi, sonsuz imkânların, keşfedemediği için körleşen ve tıkanan istidatların tükenmez hazinesidir. Örneğini kendinde değil, hep dışarıda aradığı bir muayyen bir fikre, bir akideye başkasının kurduğu sisteme bağlanır, kalır. Artık ölünceye kadar hiçbir hayatın her şeyi her gün değiştiği hâlde o, sakallı feylesofundan yahut iktisatçı şeyhinden bellediği hiç değişmeyen bir kaç âyet içinde kalmaya mahkûm, ilerlediğini sanarak yerinde sayacaktır.
İçinde hep sürü insiyaktan teptiği için, şahsiyetten mahrum, insana en uzak insandır bu. Bir ferttir, fakat şahıs değildir, çünkü onu teşhis için kendisine bakmaya hiç lüzum kalmaksızın, çömezi olduğu ideolojinin, içinde uyuştuğu telkin âleminin firmasını bilmek, onu iptonize eden sakallının adını öğrenmek yetişir.
Bu sürü adamlarının yüz bin tanesi bir tek şahsa muadil değildir. Nüfusunu gerçekten artırmak isteyen bir memleket, bunların sayısını azaltmakla işe başlamalı ve fertlerden değil, şahıslardan mürekkep bir sosyete kurmanın yoluna bakmalıdır. Peyami SAFA
Ahmet Hamdi Tanpınar - Kitap Korkusu
Kitaptan niçin korkarlar? Bunu bir türlü anlayamadım. Kitaptan korkmak, insan düşüncesinden korkmak, insanı kabul etmemektir. Kitaptan korkan adam, insanı mesuliyet hissinden mahrum ediyor demektir. "Bırak, senin yerine ben düşünüyorum!" demekle, "Falan kitabı okuma!" demek arasında hiç bir fark yoktur. İnsanoğlu her şeyden evvel mesuliyet hissidir ve bilhassa fikirlerin mesuliyetidir. Ondan mahrum edilen insan, kendiliğinden bir paçavra hâline düşer.
Şüphesiz insanı korumamız lâzım gelen vaziyetler vardır. Fakat bu vaziyetler daha ziyade ferdin kendi dışındaki vaziyetlerdir. Bir insanı kendi içinde, düşüncesinin mahremiyetinden korumağa hakkımız yoktur.
Ortaçağ'dan bugüne kadar gelen zaman içinde insanlığın belki en büyük kazancı bu basit hakikati kendisine mal etmesidir. Ahmet Hamdi Tanpınar - Yaşadığım Gibi
Ahmet HAŞİM - Başparmak
İnsanın en asil uzvu hangisidir? diye sorsalar hepimizin vereceği cevap budur: Dimağ! Hâlbuki dimağdan daha yüksek ve hattâ insanı diğer yaratıklardan ayıran ve onu bütün hayvanlara nazaran üstün bir mevkie çıkaran dimağ değil, sadece elinin başparmağı imiş. Başparmağın diğer parmaklarla birleşip iş görebilecek bir vaziyette olmasıdır ki insana unsurlar üzerinde üstünlük imkânını veriyor. Bunu söyleyen tabiat tarihi ilmidir.
Gerçekten birçok hayvanların parmakları yoktur, parmakları teşekkül etmiş olanlarda ise başparmak, insanda olduğu gibi elin diğer parmaklarıyla uyuşamadığından faydalı bir iş görecek vaziyette değildir.
İlk insan, zekâsıyla değil, sırf elinin biçimi sayesinde taştan bir balta yapmağa muvaffak olarak ağaç dallarını kesmiş ve mağara dışında, güneş ve gökyüzü altında, ilk mimarî eseri yaratabilmiştir. İnsan medeniyetine başlayan, çekici ve testereyi tutan ilk eldir. Dağda, çölde ve ormanda hayvan olarak kalan yaratıkların hepsi başparmaklarını kullanamadıkları için şehirler kuramamış, evler inşa edememiş ve neticede bir medeniyet kurmağa muvaffak olamamıştır.
Başparmak, insan medeniyetinin yarısını vücuda getirdikten sonradır ki, dimağ, kemik mahfazasında tabiî uykusundan silkinerek konuşmağa başlamış ve belki insan işlerine karışması faydadan ziyade zarar vermiştir.
Aklın başparmağa nazaran esaret veya galibiyetine göre medeniyet ilerlemiş veya gerilemiştir. Bütün taş ve demir sanayii başparmağın, felsefe ve edebiyat gibi boş hünerler de zekânın eseridir. Ortaçağı akıl, bugünkü Amerika'yı ise başparmak yapmıştır.
Bizde de başparmağın akla ve ukalalığa üstün gelmesini temenni etmek hepimizin Kutsi bir vazifesi olmalı. Ahmet HAŞİM
Aslanın Sarayı Masalı
Aslan ormandaki hayvanları sarayına davet etmiş. Hem onlarla tanışmak, hem de ormanın sorunlarını konuşmak istiyormuş.
İlk olarak içeri giren ayı saraydaki kokuyu beğenmemiş. Eliyle burnunu tutup yüzünü buruşturmuş. Ağzından da “Öffff çok pis kokuyor.” Sözleri dökülmüş. Aslan bu işe çok kızmış. Sarayını kötüleyen ayıyı bir pençede yere serip öldürmüş.
İkinci olarak sarayı giren maymun olanları gördüğü için “Efendim sarayınız mis gibi kokuyor.” Aslan maymuna da kızmış. Abartıyor, bana şirin görünmek istiyor diyerek bir pençede maymununda işini bitirmiş.
Bütün bu olayları gören tilki aslanın huzurunda tek bir söz bile söyleyememiş. Bu kez aslan sormuş. “Söyle bakalım sarayımı beğendin mi? Kokusu nasıl?
Tilki işi kurnazlığa vurarak. “Sayın kralım ben bu günlerde nezle olmuşumda burnum koku almıyor.” Demiş.
Boraltan bir köprü, aşar geçer Aras'ı,
Yuğsan Aras suyuyla, çıkmaz yüzün karası.
Karası, karası, merhamet fukarası,
Karası, karası, merhamet fukarası,
Düşman bekler karşıda, önüne kattı beni,
Can alınan çarşıda, kardeşim sattı beni.
Dönüp seslendim geri, merhametsiz birine,
Beni siz vursaydınız, şu gavurun yerine.
"1945 yılında 145 Azeri aydın, Stalin zulmünden kaçıyor ve Türkiye'ye sığınıyor. Azeriler öz gardaşlarının yurduna gelip, öz gardaşlarıyla kucaklaşıyor. Stalin bu mültecileri geri istiyor. CHP hükümeti, sınır karakoluna telgraf çekiyor ve bu Azeriler'in iade edilmesi emrini veriyor. Sınır karakolu komutanı gözlerine inanamıyor. Azeriler, Türk askerlerinin ayaklarına kapanıyor. "Ne olur bizi siz öldürün, ama onlara teslim etmeyin" diyor. Azeriler'i teslim ediyorlar. Sınırda Türk askerlerinin gözü önünde Azeriler'i infaz ediyorlar. Komutanın da olaydan sonra intihar ettiği söyleniyor.